Koca nakliye kamyonu hoplaya zıplaya, oflaya puflaya tırmanıyordu; 2 arabalık bile olmayan dar köy yolunu. Koca körfez ayaklarımızın altında kalıyor, bizi tepelere, herkese tepeden bakacağımız yere taşıyordu! Köye girmemizle yıkık taş evlerin aralarından terliklerini savura savura çocuklar koşmaya başladı kamyonun peşinde. Yalan değil korktum, o çocuklardan korktum. Herkesle anlaşabileceğini, yakınlık kurabileceğini, dost canlısı olduğumu düşünen ben o çocukların akın akın kamyonun peşinden gelmesinden korktum.
Yapacak bir şey yok, hepsi arkadaki evin bahçe duvarına dizildiler. Sıra sıra oturup, ayaklarını sallaya sallaya seyrettiler. Kamyon geri geri bahçeye girip kendini köy evi zanneden altı taş döşeme üstü beton, cillop gibi ahşap doğramalı, 75 m2 lik “evimizin” kapısına yanaştı. Eşyalar boşaltılırken ister istemez “bugüne kadar bu köye nakliye firması kamyonuyla kimse taşınmadı tabii, of ne salaklık keşke bir kamyonet falan tutsaydık” diye geçirdim içimden. Ne garip köye geldiğimden beri her şey beni korkutuyordu. Şimdi de bu eşyaların çalınması korkusu, ay deli miydim ben, güya basit bir köy yaşamına doğru yol alıyorduk ben eşya düşünüyordum. Yerleşmem 3 gün sürdü. Yeni yapılan evde betonun ıslaklığı bir 6 ay geçmez derler, neyse ki Hıdırellezi yeni geçmiştik ve Mayıs ayının artık iyice ısınan havası evin içindeki rutubeti kısa sürede almıştı.
Pazartesi eşim işe gidince ben, 5 yaşındaki kızım, ev, 1 dönüm bahçe ve ara ara gelip karşı duvarda oturup bizi seyreden çocuklar baş başa kalmıştık. Ne yapacaktım ben orada, haa! doğa ile iç içe yaşayacaktım değil mi? Korkuyorum ayol ne yaşaması, yapayalnız o köyde korkuyorum. Bir şey yapmalı, bu korkuyu atmalı, kaynaşmalı, köylüleri tanımalı. Of ne zor! Üstelik bütün çocukluğumun ve gençliğimin 3 aylık yaz tatilleri, bahçe içindeki yazlıkta geçmişken… Kendine gel kızım, sen de istedin şehirdeki hayatı bırakıp buralara gelmeyi, ya becereceksin, ya becereceksin.
Civciv hikâyemizle başlayayım. Evimizi yapan ustanın evinin arka tarafında bir kümesi var. Bir dolu tavuk, horoz ama tavuklar gurka yatıyorlar sonrasında ise oturmuyorlar yumurtaların üzerinde. Gurka yatmak tavuğun civciv yapma içgüdüsü ile yumurtaları birikince kuluçkaya yatması. Her zaman olmuyor, genelde Haziran sonuna kadar falan. Neyse kocam mühendis ya, “dur bir kuluçka makinesi yapalım” dedi. Eski bir mini fırından basit bir makine yaptı. Ampulle ısı, içine konan fincandaki su ile nem oluşan bir kuluçka makinesi. Yumurta viyolleri üzerine yana eğimli yerleştirilen yumurtaları bendeniz başladım günde 4 kere çevirmeye. Bahçeyi çapalarken aklıma geliyor. “kahretsin yumurtalar” diyor koşup çeviriyorum. Arada geceleri kâbus görüyorum. Civcivler devleşerek çıkıyor yumurtadan bizi yemeye çalışıyorlar, neyse gelecek için işaretmiş…
Sonunda başlıyorlar tık tık kırmaya kabukları, ellemeye korkuyorum inciteceğim diye aklım gidiyor. Kızım zevkten dört köşe, zıp zıp zıplıyor fırının etrafında, “alayım, seveyim anne nooolurr” . “Olmaz dur kurusunlar, ısınsınlar” Hiii bir tanesi özürlü çıktı, ne yapacağım, ayakta bile duramıyor zavallı kümeste öldürürler iki günde. Kızıma çaktırmadan bahçeye atıyorum, ama öldüremiyorum. “Allah’ım affet, ne zor bu köy işi”.
Sonunda 4 tavuk 1 horoz pilicimiz var. Annelerinin yanına daha küçücükten koyduk ki biran önce alışsınlar. Büyüyorlar ama horoz kızıma taktı. Ne zaman bahçede oynasa o incecik bacaklarını aça aça koşup geliyor sırtına zıplayıp başlıyor kafasını didiklemeye. Bir değil iki değil çığlık çığlığa koşmaca başladı mı anlıyorum ki bizim deli kızın kafasında.
Usta dayanamıyor, sonunda bana “keseceğim ben bunu kıza eziyet ediyor” diyor. Ciddiye almıyorum ta ki bahçe kapısından elinde kafasız bir horozla girene kadar. Gerçekten kesmiş. “Al diyor yolar sonra da temizler pişirirsin.” Ben yolacağım, temizleyeceğim, bir de pişireceğim. Elimde horoz kalakalıyorum. Okumuş kadının hali başka tabi! Zannetmeyin o zamanlar bilgisayar, internet, Google amca falan var. Kitap var kitap… Evde veterinerlik kitabı var, ustanın tavsiyesi ile sıcak suya batıra çıkara yolduğum horozu cerrahi operasyona alıyorum. Bir elimde kitap diğerinde bıçak, “hım, burası kalp, burası yutak, dur şurayı da atacağım”. Boşuna mı okudum o kadar dişçilik, bir horoz da temizleyemeyeceksem, cerrah olurmuşum ben yahu…
Dünyanın en bilimsel temizlenmiş horozu pişti o gün evde. Çevire çevire büyütmüş, kabuğunu kırmasını seyretmiş, kızımı elinden zor kurtarmış, sonunda da bir güzel yemiştim. Bana çok da anormal gelmemişti. Alışıyor muydum ne köyde yaşamaya, kendi üslubumda.
İnek ve annemleri ağırlama konusu bir sonrakine.
13 Nisan 2017