Yıllarca bu ülkeye gelmeyi beklemek, hayaller kurmak, planlar yapmak, hepsini de ertelemek ve bunu Amerika’nın ortalığı karıştırmak için elçiliği Kudüs’e taşıdığı güne denk getirmek. Tam da benden beklenebilecek bir hareket.
Çalıştığım şirkette işe başladıktan sonra almamız gereken eğitim için tam 11 yıl önce Haziran ayında Amerika’ya İsrail’den yine benim müdürüme bağlı 3 arkadaşım ile birikte gitmiştim. Aslında Amerika’ya gidene kadar birbirimizden haberdar bile değildik ama müdürüm beni onlarla çok iyi anlaşacağım onları da benimle çok iyi anlaşacakları konusunda o kadar doldurmuştu ki birbirimizi gördüğümüzde sanki yıllardık tanışıyorduk. 15 günde anılar arttıkça bağlılığımız da arttı. Sadece biriyle birbirimizi çok daha yakın hissediyorduk. Bunda galiba onun ailesinin Türkiye’den İsrail’e göçmüş olmasının etkisi çoktu. Konular ortak, gelenekler ortak, duygular bile ortaktı.
İşte bunca yıl hasret biriktirip tam da kavuşacağımız anda Amerika’nınki de iş miydi? Tüm ailem ve arkadaşlarım deli olduğumu söylüyordu ama ben gitmekten başka bir şey düşünemiyordum. Sonunda gittim de… Gözümü ne kadar korkutmaya çalışırlarsa çalışsınlar sanki şans benden yana olmaya karar vermişti. Ne pasaportta ne de gümrükte saatlerle güvenlik kontrolünden geçtim, ne de sorguya çekildim. 15 dakikada İsrail topraklarına ayak basmıştım. Tel Aviv…düzen ve eğlence şehrine hoşgeldiniz. Bu şehir uyumuyor. Tabi gündüz sıcaktan çok fazla insan yokken gece sokaklar insan dolu. Kilometrelerce uzanan bir sahil ve plaj var. Aslında İsrail’in batısı boylu boyunca uzanan bir plaj.
Öncelikle şunu bilmelisiniz, dindar bir insan değilim, hatta dinlere karşıyım, agnostiğim, ateistim, deistim… ne derseniz o olsun ama dünyadaki güzelliklerin yarısının sorumlusu dinler ise, savaşın ve çirkinliklerin de tümünün sorumlusunun din olduğunu düşünüyorum. Bu durumda biri olarak dinler başkenti Kudüs’ü gezeceğim. Olayın bir günlük eğitim kısmını boşverin, evet çok değerli ve gerekli bir eğitimdi, pek çok şey öğrendim ama aklım Kudüs’te.
İsrail’e gelmeden önce online olarak 2 tura kayıt yaptırmıştım. Bir tanesi Kudüs, Beytüllahim, diğeri ise Masada, Ölü Deniz turu. Birlikte eğitim aldığımız 2 Yunanlı arkadaşımı da Kudüs turuna kaydettirmiş heyecandan doğru dürüst uyumadan sabahı etmiştim. Sabah bizi otelimizden tur rehberimiz alarak otobüse götürdü. Güzel bir sistemleri var. Tel Aviv içerisindeki belli başlı otellerden turistleri toplayarak bizim otogar gibi bir bölgeye götürerek orada herkesi o gün katılacağı tura göre yine otobüslere bölüyorlar. Herkesin bir numarası var. Bunda hem katılacakları tur hem de turun verildiği dil etkili. Biz Fransızca İngilizce turundayız yani rehberimiz her cümleyi önce İngilizce sonra Fransızca kuruyor. Biraz uzun konuşunca ben zaten adama aşık…
Kudüs’e Zeytin Dağı tarafından giriyoruz, Falih Rıfkı Atay 1918 yılında İngiliz’lere verilen Kudüs’ü 1967 deki 7 gün savaşı sonrası görmeye gittiğinde Zeytin Dağı’nı şöyle anlatıyor:
“şimdi, yahudi kudüs’ün köşesinden, ta uzakta, büsbütün ormanlaşan tepedeki beyaz hayaletini seyrediyorum. şehrin arap bölgesinde. aramızda birbiri ile kanlı bıçaklı iki devletin yasakçıları var. kırk yıl önce orada, tunç bir tepsi üstüne tokmağını vurarak bizi öğle ve akşam yemeklerine çağıran, aramızda, “davulcu” diye andığımız solgun yüzlü şivesteri, eğer gidebilsem, hemen karşımda bulamamak bana imkansız gibi geliyor. hatıralar, gençlik hatıralarım! sanki oraya kapanıp kalmışlar da kapıyı açınca neşeli mektep çocukları gibi birer birer dışarı fırlayacaklar, boynuma sarılacaklar.”
Bu şehirde neresi görülecekse her üç din için de önemi var. Museviler Mesih’in Zeytin Dağı üzerinden Kudüs’e geleceğine, Hristiyanlar Barnabas İncili ‘nde Hz .İsa’nın Zeytin Dağı’nda Allah ‘a ibadet ederken kendisine peygamberlik görevi verildiğine ve son gece burada ibadet ettiğine, Müslümanlar ise buranın sırat köprüsü olduğuna inanırlar. Zannediyor musunuz gruptaki turistler olayın bu kısmı ile ilgililer. Onlar için bu bölgenin ne zaman Filistin’den İsrail’e geçtiği, alanın ne kadar bir bölgeyi gördüğü ya da çekilen selfide göbeğinin mi gıdısının mı göründüğü önemli. Oysa önlerinde muhteşem bir manzara var, gözlerini vizörlerden çekebilseler uğrunda savaşlar yapılan Mescid-i Aksa’yı, Hz. Muhammed’in atı Burak’ın ayağı ile vurarak miraca çıktığı büyük kayayı kaplayan Kubbet-üs-Sahra’nın altın kubbesini, hemen yanında Yahudilerce kutsal sayılan Büyük Tapınağın ayakta kalan batı duvarı olan Ağlama Duvarı’nı, Hz. İsa’nın mezarının bulunduğu Kutsal Kabir Kilisesi’ni tek tek seçebilecekler. Sadece bunlar bile Kudüs’un eski duvarlarının 1 km ye 1 km bir alan içinde bu kadar çok kutsalın bir arada olmasına karşı heyecan uyandırmalıdır. Sadece dini anlamda değil, tabi inananlar için olanağanüstü bir bölge ama düşünsenize dünya tarihinde geldiği belirtilen 3 büyük peygamber başka yer yokmuş gibi bu 1 km² lik alanın içinde dolanıp durmuşlar. Turistleri bilmem ama ben en az 2000 yıldır aynen korunan caddelerde dolaşacağım için nefes almakta zorlanıyorum.
Tabi viyadüklerden şehre inince keşmekeşe girdiğimiz için bu yüce hisler yerini trafik gürültüsü ve sıcak içinde kaybolan bir sıkıntıya bıraktı. Neyse ki eski Kudüs’e giriyoruz. Şam Kapısı, Kanuni Sultan Süleyman’ın son onarımları yapıp bugünkü haline getirdiği kapının ihtişamı kelimelerle anlatılacak gibi değil. Muhteşem Süleyman’ın adına yakışan bir kapı. Aslında size nasıl bir yere girdiğinizi hatırlatması için çok uygun devasa bir yapı. Girer girmez Via Dolorosa başlayacak yani Hz. İsa’nın Çile Yolu. Hz. İsa’nın yargılanıp cezalandırıldığı daha sonra üzerinde çarmıha gerileceği haçı kendisine taşıttırarak acılar içinde yürütüldüğü ve bu sırada bir takım olaylar yaşanan yol ki bu olaylar anısına duraklar oluşturulmuş ve kiliseler inşa edilmiş. 14 duraktan oluşan bu yolu yapacağız. İşin sonunda hacı olmak var. Hz. İsa’nın mahkûm edildiği ve kırbaçlandığı yer ilk durak, dokuzuncu duraktan sonra ise Kutsal Kabir Kilisesi’ne ulaşıyorsunuz. Yürüken sürekli yere bakıyorum, taşlar aynı taşlar, 2000 yıl önce İsa da arkasındakiler de bu taşlara bastı, başına takılan dikenli tacın kanattığı yüzünü silen kadın işte tam bu taşlara basarak eğildi ve elindeki bezi İsa’nın yüzüne yaklaştırdı. Bunları düşündükçe kalbim sıkışıyor; etrafta Kapalıçarşı esnafı gibi oturan adamların nasıl burada bütün gün bunları hissetmeden satış yapabildiğine, çaylarını yudumladıklarına inanmaz gözlerle bakıyorum.
Sonunda Kutsal Kabir Kilisesi’ne ulaştık. O ne mahşer, o ne kalabalık…Her taraf ilahiler söyleyen gruplarla dolu. İçeride 13. Durak yani İsa’nın çarmıhtan indirilip yatırıldığı ve yıkandığı taş hemen girişte ortada. Tüm cemaat de o taşın bir ucundan tutabilme peşinde. Kutsamaya çalıştıkları eşya ellerinde taşın üzerinde gezdirip duruyorlar. Neden eşya kutsayacakmışım, kutsanacak birşey varsa o da benim diyerek sağ yanından uzandım taşın üzerine. Gerçi Hintli kardeşler bu işe bozuldular ellerinde malzeme beklediler bir süre sonra beni ittirerek girdiler tekrar araya, olsun ben amacıma ulaştım, benden kutsalı yok… Ardından yukarı tırmanarak Golgota Kayası’nı görmeye çıktım. Burası da 10-11 ve 12. Duraklar yani Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ve can verdiği tepe. Bu kilise de o tepenin üzerine inşa edilmiş zaten. Herşeyin üzerine bir bina, kilise kubbe inşa etmişler. Mütemadiyen bir binaya girip kaya, mağara, dehliz bulmak, işte kısaca Kudüs. Gerçi son dönem yaptığım geziler sayesinde aynı dehlizlerden İstanbul’da da bolca olduğunu öğrendim ya ev üstüne ev kurmaktan tabi.
Hacı olduk, sıra Ağlama Duvarı’nda ama oraya varmadan rehberimizden daha önce rica ettiğim bir şey için yolda duraklayacağız. Grubun tek Müslüman’ı olarak ki kimlik kartımda aynen de böyle yazıyor Mescid-i Aksa’yı ziyaret edebilecek tek kişiyim. Şimdi bunu yazınca bana aman İsrail orada yüzlerce Filisitin’li öldürdü ondan demeyin, burayı Müslümanlar dışında ziyaret yasak. Turist olarak bile giremiyorsunuz. Oysa ben 15 dakika önce bildiğin Hristiyan Hacı oldum. Çelişkiler dünyası… Rehber beni Mescid-i Aksa’ya giden yolun başında bırakacak, grup Ağlama Duvarı’na gidecek ki aslında Mescid-i Aksa’nın yan duvarının ters tarafı, ben de ziyaretimi tamamlayıp geri dönüp onlara yetişeceğim. Hazırlıklıyım, yanımda uzun bir elbise başımda ise örtü var, elbiseyi kot pantolonumun üzerine geçiriyor başımı sıkıca bağlıyor emin adımlarla kapıya yürüyorum, Harem’i Şarife gireceğim.
İsrail polisi bağırıyor “stop” durduk, “nereye” sanki her gün geliyor gibi “içeri” diyorum. Müslüman mısın?
Evet
Pasaport?
Buyrun
Türkiye? Erdoğan?
Töbe töbe (bu kısım içimden) he Türkiye
Bana içeri geç orada başkaları sana soru soracak deyip kapıya yolluyor. Arkamdaki 2 turist bu kısmı geçemedi. Onlarda Erdoğan yok demek ki..
İçerideki nöbetçi Müslüman
Kelime’i Şehadet getir
Buyrun
Fatiha?
Buyrun
Başka dua?
Sübhaneke olur mu?
Olur
Buyrun
O dövmelerle olmaz, şunu giy
Kim bilir kaç kişi giydi onu ama umurumda mı geçirdim kollarımı kapandı dövmeler
Ayak bileklerin de görünüyor şunu da giy
Bir de etek giydik, olduk mu 35 derecede lahana gibi
Başını sakın açma içeride
Oldu deli miyim ben sonra yaka paça atın di mi dışarı.
İçerideyim. Canım babaannem, öğrettiğin dualar sayesinde. Zaten bir tane daha sorsa hatırlanır mı valla bilmiyorum ama o saate kadar gezdiğim yerlerde herkesin beni sevgiyle karşıladığı tüm kutsallardan sonra buradaki davranış beni üzmüş, kırmış az da sinirlendirmişti ama içerideydim.
Kubbet-üs-Sahra öyle ihtişamla duruyor ki unuttum o sinir adamı. Pırıl pırıl kubbesi sanki yanıyormuş gibi öğle güneşinin altında, etrafındaki mavi, yeşil çiniler altın kubbenin altında nehir varmış gibi görünmesine neden oluyor, sanki suyun üzerinde yüzen bir kubbe görüyorsunuz. İçeri girdiğimde karşılaşmayı beklediğim manzara bu değildi. Ortada 1 metre çaplı bir kaya parçası beklerken tüm caminin orta bölümü boyutunda koca bir kaya parçası ile karşılaştım. Hatta tepecik bile denebilecek boyutta bir kaya parçası. Bunun etrafı ahşap pervazlarla çevrili. Tüm alan dua eden, namaz kılan, kuran okuyan, sohbet dinleyen kadınlarla dolu. Doğru hareket, kadınlar tarafından girmişim, netekim erkek tarafı tam karşıda kalıyordu.
Tabi bu kaya da yine sadece Müslüğman inancı için kutsal değil, Kudüs’te hep karşılaştığımız gib her üç din için de ayrı anlamı var. Burası Hz. Muhammed’in miraca yükseldiği Sahra taşının üzerine yapılmış bir yapı. Aynı taş Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek üzereyken gökten koyun indiği hikayeye konu olan taş. Yine aynı taş Mahşer Günü İsrafil’in surunu üstünde üfleyeceğine inanıldığı taş. Buyrun buradan Aksa Camii’ne, Müslümanlığın ilk kıblesi. İçeride fotoğraf çekmeme izin vermediler ama kimse oturup 24 Haziran için dua etmeme karşı çıkmadı. Madem burada edilen dualar diğerlerine göre kat kat etkili sen anladın Allahım Amin…
Tüm alanı gezidikten sonra kafamdan ve sırtımdan akan şıpır şıpır terlere daha fazla dayanamayarak dışarı attım kendimi. O yeşil şeyleri benden sonra giyeceklerden özür diliyorum. Koşarak Ağlama Duvarı’na, ayyy meğer güvenlik varmış. Bildiğin havaalanı güvenliğinden geçtik. Yahudilerin, Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı Beyt-ül-Makdis’ten kaldığına inandıkları ve kutsal kabul ettikleri duvar burası. Hristiyanlığın etkisiyle “Ağlama Duvarı” olarak adlandırılmış yoksa Yahudiler buraya “Batı Duvarı “diyor. Bizim grubu yakaladım ama onlar çoktan gezmiş. Bekleyin 5 dakika bari ben de bir gezip geleyim. Bir koşu tutturdum duvara tutana aşk olsun ama tuttular. Erkekler tarafından girmişim, arkamda bir adam deli gibi koşup “madam” “madam” diye bağırıyor. Madam değilim ya ilgilenmiyorum. “miss” dese bakacağım. Neyse ben de bir terslik olduğunu anladım çevrede bir tane dişi sinek yok. Döndüm arkamı ay ben yanlış yerdeyim, “tamam” “tamam” dedim adama anladım. Gerisin geriye koşarsın yandaki bariyerlerin diğer tarafına kadınların olduğu bölüme geçersin. Kardeşim duvar aynı duvar, taş aynı taş. Ha kafanı bu tarafa vurmuşsun ha o taraf ne olacak. Yok olmuyormuş. Erkekler tarafında Bar Mitzvah’ın buradaki kısmı kutlanıyor yani 13 yaşındaki Yahudi erkek çocuklarının ergenliğe geçiş töreni. Anneler paravanların tepesine çıkıp bakabiliyorlar oğullarına. Erkek tarafında da bir eğlence bir eğlence. Bu arada Yahudiler duvara dönük dua ediyorlar arkadaki şamatayla hiç ilgileri yok. Kadın görevlilerden birine sordum herkes dua edebilir mi diye tabi dedi.
Dedim “ey Süleyman senden büyük bilsen neler var ama biz çok darladık, bi el at da gidiversin. Tarih de veriyorum, mümkünse 24 haziran baktın olmadı, 8 Temmuz da olur. Bak şu duvarın yüzü suyu hürmetine…” artık yapacağım son nokta budur. Bundan sonrası “Allah’a “ kaldı diyeceğim ama bunu söylemek için yanlış yerdeyim.
Gruba yetiştim, duvarın havasından sıyrılıp yine taş yollara düştük, yemek yiyecek oradan da Beytüllahim’ e gideceğiz. Bu kez El Halil kapısından çıkıyoruz. Osmanlı Kudüs’ü aldığında bütün kapıları Müslümanlara açıkmış; ancak sadece El Halil Kapısı Müslümanlarla birlikte yabancılara da açık tutulurmuş… Yabancılar sadece bu kapıdan şehre girebiliyorlarmış. Yabancılardan kastım Hıristiyanlar; zaten Yahudilerin Kudüs’te oturmalarına hiçbir şekilde izin verilmiyormuş ve Kânuni Sultan Süleyman şehrin surlarını yeniden inşa ettirirken açılan kapılardan biri olan El Halil Kapısı’nın karşı duvarına “La ilahe illallah İbrahim Halilullah” yazdırmış. Yani Hz. İbrahim üç dinin de atası olduğu, Kudüs’ün kardeşlik şehri olduğu anlamında; mı acaba? Gidiş Filistin topraklarına, bir sonraki yazının konusu işte bu kardeşlik????
31 Mayıs 2018
evet kudüsü de gezmiştim. emekli olunca ilk kudüse ve Telaviv’e gitmiştim de millet eleştirmişti. beni de çok etkilemişti. hayatımda bi gittiğim yere tekrar gitmek istemiyorum hep yeni yerler görmek istiyorum ama kudüse tekrar gideceğim ilk fırsatta. o gittiğimde 5 gün kalıp biraz acele gezmiştim. bir de tatil yapmaya gideceğim. ben de masada ve ölü deniz turu satın almıştım.