Sepette Elmalar

Merhaba fiziksel dünyaya doğmuş ve elektronik dünyada hayatta kalmayı başarmış aileler. Merhaba bunu başarmış ama kendilerinden çok daha iyi başaran çocuklarını her gün bunun için suçlayan aileler.

Çok geç, işte bizleri geçtiler. Hiçbir zaman onlar kadar ileri olamayacağız, çünkü bizim düşünce şeklimiz abaküse, beş taşa, en fazla Casio saatlerdeki hesap makinelerine göre kurgulanmıştı. Vınlayan çevirmeli internet sesi duyduğumuzda kendimizi uzaya çıkmış gibi hissediyorduk. Oysa çocuklarımızla kuşak farkımız olmayacaktı, kendi annem babamız bize uzak kalmıştı bizler ise aynı kafada olacaktık!

Kargalar gülüyor şimdi halimize…

Biz de acısını çocuklardan çıkartıyoruz.

Yine babamı anlatacağım ama demiştim ya anıları biriktirmeye çalışıyorum. Yıllardır kullandığı daktilosundan vazgeçmesi gerektiğini fark edeli çok olmuştu, eminim. Ama ses etmiyor hala daktiloda yazıyor, kendine gönderilen çıktıların üzerinde düzeltme yapıp onları tekrar daktiloda temize çekiyordu. Herhalde ben de daha 2-3 yıldır gerçek anlamda bilgisayar ve yazım programları kullanmaya başlamıştım. Çok da iyi olduğum söylenemezdi. Kıvrandığının farkındaydım ama o zamanlar başka bir şehirde yani sadece telefonun ucundaydım. Artık ne kadar konuşulduysa bu konu, bir tanıdıkları eski bilgisayarını vermişti. Ofis programları vardı ve yazı yazması, yazılarını bir klasörde toplaması gerekiyordu. Elle dokunabildiği bir dünyadan her şeyin hayali olduğu bir dünyaya geçmek üzereydi.

  • Kızım sana bir şey soracağım, şimdi bu yazıları yazıyorum, sonra kaydet diyorum ama nereye kaydettiğini bulamıyorum.
  • Babacığım bak şimdi o bilgisayarın ekranında dosyalar var ya hani klasörler, orada belgeler diye bir klasör var, onun içine gidiyorlar.
  • Neden?
  • E başka yere gitsin istersen seçmen lazım.
  • Nasıl?
  • Baba bak şimdi o klasörleri sepet gibi düşün, sen yazı yazıp sepetlere elma atıyorsun, yazılar elma.
  • Of ben yapamayacağım bunu.

Bu konuşma 2 haftada bir tekrarlandı, her Ankara’ya gelişimde bilgisayar başında ders yaptık, sonra Ankara’ya taşındım ve danışma işi kolaylaştı.

  • Baba neden bütün dokümanlar masaüstünde?
  • Masaüstü neresi?
  • Baba hani ilk açılan ekran var ya, hani sepetler var ekranda, klasörler…
  • Ay ne bileyim bazen kaybolur diye koyasını alıyorum.
  • Baba ya…

Eminim daktilonun kâğıt, şerit hatta daksil kokusunu özlüyordu. Daktilonun o çat çat sesini, beni bebekken masaya yanına yatırıp uyuttuğu o sesi özlüyordu. Anladığı, bildiği, hâkim olduğu konuyu özlüyordu çünkü her şeyi eğreti öğreniyordu. Kalıp gibi kâğıtlara yazarak.

Gün gelip kütüphanesini temizlemek gerektiğinde hayatını nasıl kâğıt üzerine kurmuş olduğunu daha iyi kavradım. Her şey daktilo ile yazılmış; düzletmeler ince şerit kâğıtlar üzerinde yapılıp sayfalara iğnelenmiş; daksiller, karalamalar kâğıttan kâğıda uçuşmuştu. Bilgisayar dönemi ile beraber de her yazdığından 2 kopya alma başlamıştı. Güvenmiyoruz ya o alete, hayali ya…

İşte bizler de farklı bir açıdan da olsa babamın kuşağı ile aynı konumdayız çocuklarımıza karşı. Elbette bütün sosyal medyayı kullanıyor ve onları çıldırtıyoruz ayrı mesele ama hangimiz onlar kadar doğal bir şekilde kavrıyoruz bu dünyayı? Bu dünyaya doğdular, dijital dünyaya, değiştiremeyiz, yasaklayamayız, hatta doğru kullanmaları için yönlendiremeyiz bile.

Biz biliyor muyuz ki doğru kullanmayı?

28 Mart 2017

Bir cevap yazın